21 Haziran 2014 Cumartesi

Yeni kitaptan bir bölüm...

Son iki senedir (yazısız tek bir gün geçirmeden) üzerinde çalıştığım ve Sonbahar'da çıkacak olan 4. kitabım DUVAR'dan ufak bir bölüm paylaşacağım.
Yabancı: İsmi, nereden geldiği, nerede olduğu ve nereye gideceği belli olmayan, arafta bir adam.
Karin: Azınlık ve eroin bağımlısı genç kız.

 …

            Yatakta sanki tüm kirlerini, kinlerini ve kederlerini akıtmışçasına huzurlu bir şekilde uzanmaya devam ediyorlardı. “Sana bir şey izletmek istiyorum.” dedi yabancı.

  Salona geçtiler. Dünyadaki herkesin ortak noktası gökyüzünde yeni bir gün başlıyordu. Yabancı çekmeceden kamerasını çıkardı ve televizyona bağladı. Kaseti başlattı.


  Farklı yerlerde, farklı zamanlarda ama hep aynı şiddetle kavga eden bir adam ve kadının görüntüleri akıyordu. Karin, gördüklerini anlıyor, ancak ne izlediğine anlam veremiyordu.


Yabancı dalgın dalgın bakıyordu ekrana. Bir defa neredeyse kederle gülecek gibi oldu. Yaşadıkları, geçmişte kaldığında gülünç, tamamen bittiğinde ise hüzünlü bir hal alıyordu. “Bu benim ailemdi.” dedi.


“Ne hissediyorsun?” diye sordu Karin.


“Boşluk.” dedi yabancı, “Koccaman bir boşluk…”


Karin, “Bir zamanlar birbirlerine gerçekten çok âşık olmuş olmalılar.” dedi. “Aslında boşa geçmemiş hayatları, ama sonunda mahvolmuş. Yalnızlık deyip duruyorum ama böyle bir aşka ya da nefrete sahip olabilmek için nelerimi vermezdim!


 Yabancı, “Peki ya benden çaldıkları çocukluğum ne olacak?” diye sordu. “Onların boktan aşkları yüzünden geldim bu dünyaya ve aynı boktan aşkları kopardı beni bu dünyadan.”

Karin, yabancının yüzünü ellerinin arasına aldı ve gözlerinin tam içine bakıp: “Yaşamına açılan o uçurumlar var ya; felaketler, kayıplar, doruklar ve sevinçler… Varoluşunun özü ve özgürlüğün bunların altında yatıyor. Ama senin o uçurumdan ne atlamaya ne de aşağı bakmaya cesaretin var, çünkü uçurum sensin! Ve ne zaman kendine eğilecek olsan başın dönmüş, miden bulanmış yansımandan… Oysa senin yaşamında doğaya aykırı hiçbir şey yok. Üstelik düşündüğün gibi çirkin de değilsin; yumuşacık sarı saçların, masmavi gözlerin ve hırpalanmış, ancak hala sevgi dolu bir kalbin var.”


  Öylece durdular bir süre. Gecenin karanlığında saklı kalmış düşüncelerle birlikte hava da aydınlanıyor; belli belirsiz kızıllıklar, martıların okuduğu şiirler ve uzaklardan gelen köpek havlamaları odanın içini dolduruyordu. Karin bir sigara yaktı. Bakışlarını boşluğa dönmüştü. “Babam kendini astı.” dedi. Bunu ilk defa sesli olarak söylüyordu. Yabancının bir anda nefesi hızlandı, göz bebekleri büyüdü.


“Öğretmendi. Yakışıklı, güler yüzlü ve herkes tarafından sevilen bir adam. Bir gün hiçbir şey söylemediği bir mektup yazıp, astı kendini. Bana mimar olmamı falan öneriyordu. Bir baba, kızının düz çizgi bile çizemediğinden bihaber olur mu? Sırf kızgınlığımdan siyaset okumaya başladım, ama evde annemle baş başa kalmak delirtiyordu beni. Sonra ben de senin gibi, kitap okurken sevdiğim yerlerin altını çizeceğime, üstünü karalamaya başladım. Siktir olup gittim oradan. Bipolar bir babanın anlam veremediğim, nedensiz intiharıyla sonsuz bir belirsizlikte sıkışıp kalmış, düşünüp duruyordum: Neden ölmek istedi? Neden astı kendini? Neden yalnız bıraktı beni? Sonra bencil olmayı kestim ve dedim ki: BELKİ DE ÖZGÜR OLMAK İÇİN! Başkaları mutlu olsun, iyi vakit geçirsin diye yaşamak zorunda kalmamak; aile gibi, öğrenciler, kredi borçları gibi boktan yüklerin altında ezilmemek için… Ama hep tuhaf, rezil bir pişmanlık duygusu sarar hala içimi: İntihar etmeden önceki akşam beni aradığında, açmamıştım telefonu. Onunla konuşsaydım bana anlatır mıydı? Söyler miydi gerçek düşüncelerini ve vazgeçirebilir miydim onu ölmekten, hiçbir zaman bilemedim…”


Karin sigarasını söndürdü. Yabancının önüne düşmüş başından boğuk bir ses çıktı: “Ölü birine özlem duymak…” dedi, öksürdü ve temizledi gırtlağını, “…bazen insanın nefes almasını bile engelleyebiliyor. Hiç geçmeyen bir acı. Böyle tam göğsünün ortasına saplanmış, çıkartmak için elinden hiçbir şey gelmiyor. Dinmiyor. Geçmiyor. Hafiflemiyor. Sürekli orada.”


Karin, “Öyle rüyalarım oluyor ki, sanki bu yaşadıklarım rüyaymış; uyanınca babam gene yanımda olacakmış gibi hissediyorum. Sanki koskoca adam aslında ölmemiş, eşek şakası yapmış gibi. Bütün bir gençliğimi onun dönmesini bekleyerek geçirdim. Biliyor musun, babasının terk ettiği bir kızı başka hiçbir şey yaralayamaz… Sevmezdim onu, ama eve her gelişimde odaları tek tek dolaşıp, annemin kendini asmadığından emin olmaya çalışırdım. Ya da onun da mı kendini astığını görmek isterdim, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Asıl bencil kim ve bu muğlak acılar nasıl dinebilir bilmiyorum.”


  “Ama,” dedi Karin, son olarak, “Kaşımdaki şu boşluğu görüyor musun? Bu bana babamdan kalan tek şey oldu. Bana bir defa vurdu, düştüm ve izi hiç geçmedi.” Ve gülümseyerek okşadı yarasını. “Bütün bunlar hatıra artık.”


Sonra yavaşça uykuya daldı. Yabancı kaldırdı onu ve yatağa yatırıp üstünü örttü. Uzun uzun baktı ona. Parmak uçlarında yürür gibi inceden soluk alışverişlerini izledi. Sonra kalktı ve camı açıp bir sigara yaktı. Sokaklarda ve evlerde, yorgun düşmüştü direnişçiler; sakindi ortalık. Ağır ağır ve gürültüyle yaklaşan çöp kamyonunu duydu. Karin uyanmasın diye camı kapattı ve sigarasını söndürdü. Yarım dakika sonra kamyon gitti ve camı tekrar açıp; bulut gibi, rüzgâr gibi yumuşacık yatan Karin’in usulca yanına uzandı. Dünyanın en güzel şeyi buymuş diye düşündü: “Usulca sevdiğinin yanına uzanmak.”