27 Ocak 2009 Salı

Aşkın Rengi

Bugün sitenin girişinde denk geldiğim aşk böceklerinin fotoğrafını yakaladım. Ortaya güzel bir görüntü çıktı gerçekten. (: ( Fotoğrafa tıklayıp, büyük halini görebilirsiniz. )

Dalgaların Bittiği Yer

Bir deniz size çok şey anlatabilir ya da çok şeyi anımsatabilir.
Her bir dalgayı bugüne kadar bir şekilde hayatınıza girmiş ve usulca ya da büyük gürültülerle de hayatınızdan çıkmış kişilerin yerine koyabilirsiniz.
Size ulaşmak için okyanusların ortalarından küçük rüzgârlarla yola çıkmış, hızını kesebilecek nice balıklara ve martılara rağmen de yolun sonundaki taşlara selam verircesine kumları ıslatmış, kumsaldaki insanlara da piyesini bitirmiş bir tiyatrocu olurcasına selamını verip, görevini tamamlayıp kendisini arkalara geri bırakmış dalgalar.
Saniyeler sonra aynı amaçla fakat belki daha kendinden emin belki de daha sessizce gelmeye devam eden dalgalar.
Hayatınıza hiç tamamen farklı amaçlar güden bir dalga girdi mi?
Sizin için kıyılara defalarca kaybederek vursa da tekrar okyanusların ortalarından küçük rüzgârlar eşliğinde çıkıp geri geleceğine inanacağınız dalgalar?
Yoksa ilişkilerinizdeki insanlar da sadece sevişmek gibi küçük amaçları güden ve işi bittiğinde bir daha nice rüzgârları arkasına almayacak olan dalgalardan mıydı?
İşte o dalgaların bittiği yerde siz olacaksınız.
Hatta bir tanesi tamamen başka bir yaşama sokacak sizi o ve siz ondan kopmayı hiç istemeyeceksiniz.
Bir gün selamını verip hayatınızdan çıksa dahi onun mutlaka geri geleceğini bilirsiniz.
Çünkü anlarsınız onu, belki bir süreliğine bir şeylerden kaçmak istemiştir ve özünü bulduğunda size geri döneceğini ve sizi yeniden farklı bir yaşamda mutlu edeceğini bilirsiniz.
Partnerinizin isteklerinin sadece hormonları doğrultusunda ortaya çıkan şeyler olmadığını ve gerçek bir hayat yoldaşı olduğunun farkındalığının keyfini yaşarsınız.
Ama nadir rastlanır böyle dalgalara.
Öyle ki çoğu erkek başta o kadın için birçok şeyi göze alsa da olay onunla yaşamaya, ciddi bir ilişkiye geldiğinde boş bir küme haline dönüşür.
Bir ayağı diğerinden birkaç cm daha kısa olmasına rağmen bir zamanlar herkesi imrendirecek kadar güzel dans eden şair Lord Byron’un bu konu hakkında da çok güzel bir aforizması var.
‘’Sevilen kadın için ölmek, onunla beraber yaşamaktan daha kolaydır.”
Oysa adam bilmez sevgiliye sarılıp da uyunan bir gecenin keyfinin bambaşka bir his olduğunu.
Günübirlik eğlenceler ile sadece kendi egosunu tatmin edebileceğini ve aslında kadının da onun bu hallerine acıdığı için onunla beraber olduğunu.
İyi bir hayat yoldaşı sizin için gerçekten bir çok şeyi göze alan ve sizi elde ettikten sonra da sizden vazgeçmeyendir.
İnsanlar evliliklerini yanlış sürdürdükleri için değil de çoğu kez doğru insanı bulduklarından emin olmadıkları için bitirirler.
Ve bir insan seçimlerine güvenmelidir fakat bu seçiminin aylar yıllar sonra zaman kavramına yenik düşüp de farklılaşacağının da farkında olmalıdır ve seçimini bu yüzden iyi analiz etmelidir yoksa dalgaya gelebilir…

22 Ocak 2009 Perşembe

Doğaya

Bir ayağı diğerinden birkaç cm daha kısa olmasına rağmen bir zamanlar herkesi imrendirecek kadar güzel dans eden şair Lord Byron’un çok güzel bir lafı var.
'' Yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır, yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç. Topluluklar vardır kimsenin zorla girmediği derin denizlerde, sesinde de müzik. İnsanı az seviyorum diyemem, ama doğayı daha fazla... ''
Aynı şairin “Sevilen kadın için ölmek, onunla beraber yaşamaktan daha kolaydır.” Gibi ciddi anlamda kaliteli aforizmaları da mevcut fakat doğa konusunda belirttiği bu söz gerçekten beni çok etkilemişti hatta bu söz daha önce de bahsettiğim ‘’ into the wild ‘’ filminde geçtiği için daha da kıymete binmişti benim gözümde.
En büyük hayalim.
Alıp başımı gitmek çok uzaklara. .Tamamen başka bir yaşamda başka bir insan olmak. Üzerinde yaşayan insanların dilini dahi bilmediğim bir ülkenin sokaklarında ellerim cebimde dolaşmak. Bir daha bir yerlerde rastlamayacağımı bildiğim insanların arasında tamamen benliğimle dolaşmak. Kendimle ve şehrin gereksiz telaşıyla baş başa kalabilmek ya da kalabalıklardan tamamen arınmış bir yerlerde kayıtsızca var olmak.
Çünkü sıkıldım artık tiyatrodan.
Ve ben iyi bilirim yolu olmayan ormanlardaki mutlulukları ve dalgaların dostumsu hallerini.
Martı sesleri bana hep gelecekti güzel ve huzurlu günleri anımsatmıştır, özgürlüğün keyfini ve doğanın büyüleyici farklılığını.
Birkaç saniyede bir kendini yenileyerek vuran deniz dalgaları ise yalnızlığın dayanılmaz hafifliğini.
Eğer güzel bir havada bütün benliğimle deniz kenarında bir bir vuran dalgalar eşliğinde martılarla dertleşiyorsam o an küçük bedenimde taşıdığım büyük ruhun farkındayımdır.

Bir fotoğraf vardı, genç taşların tepesine çıkmış okyanusun dost canlısı dalgaları eşliğinde kitabını okuyordu.
Gözünde geniş çerçeveli gözlük ve kafasında uzunca saçları ile.
Dakikalarca dikkatle incelemiştim o fotoğrafı ve epey özenmiştim o gence.
Orada, o şekilde okunan satırların vereceği keyif apayrıdır çünkü o an gerçekten yaşadığınızı hissedersiniz.
Oysa biz sabahları kalkmamızla beraber bir karaktere bürünüyoruz ve sokaklara çıkıyoruz.
Sanki hepimiz doğuştan sanatçıymışçasına!

20 Ocak 2009 Salı

Lord Byron

'' Yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır, yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç. Topluluklar vardı kimsenin zorla girmediği derin denizlerde, sesinde de müzik. İnsanı az seviyorum diyemem, ama doğayı daha fazla... ''

Lord Byron

18 Ocak 2009 Pazar

Melodiler

Müzik her şeydir.
Özellikle küçükken tanrıyı kızdırmayı hiç istemezdim, beni kulaklarımla cezalandırabileceği ihtimalinden ötürü.
Melodileri ve sesleri duyamamak acı bir ceza olsa gerek.
Sokaktan geçen bir insana aynı zamanda fakat iki farklı müzik eşliğinde bakarsanız ezgilerin gücünün farkına varabilirsiniz.
Birinde elleri cebinde kendini sokaklara bırakmış bir insan görürsünüz diğerinde ise isyankar ve agresif bir genç ya da hayatı bütün olumsuzluklarına rağmen iyi benimsemiş ve kendini mutlu kılmış bir insan.
Ritim, bütün bakış açılarıyla oyuncak gibi oynayabilir.
Ve çoğu kez farkında olmasak da her bir şarkıyı bir zat için ya da bir anı uğruna dinleriz.
İçten içe o şarkıyı onu düşünerek dinler ve sözlere kulak veririz.

Aylar hatta yıllar sonra farklı bir yerde aynı şarkı yeniden kulaklarımıza geldiği vakit onu bir zamanlar yok yere çok sevdiğimizi hatırlarız, o günlere geri döner ve o günün heyecanına tekrar tanık oluruz. Bu yüzden çoğu dizeler kutsaldır.
Ya da şarkı içindeki bir söz hayatınızı ve düşüncelerinizi özetlemeye yeter.
Aynı Pinhani’nin ‘’ O her zaman gülen yüzün, bazen hüzünlü bir şarkıdır ‘’ sözü gibi.
Hatta sizin şahsi düşüncelerinizi başka başka adamların böylesine güzel özetleyebilmesi şaşırtır sizi.
Yazarlar insan yaratan insanlarsa, sanatçılar da çoğu duygunun ortaya çıkış sebebi ya da o duyguların pekişmesi, hatırlanması görevindeki insanlardır.
Bir şarkı size tanrıyı da sevdirebilir, sevdiğinize de küstürebilir.
Sevdiğimiz bilmez ki bütün gün karşısında somurtarak oturmamızın sebebi onun varlığı değil de bizim sabahleyin dinlediğimiz ayrılık şarkısı sonrası kendi ilişkimizin de öyle biteceği paranoyasına kapılmış olmamız olduğunu.
İşte şarkılar, melodiler ve sözler böylesine ilginç şeylerdir.
Ve müzik, her şeydir…

11 Ocak 2009 Pazar

Saatimdeki Kum Taneleri

Sıkıcı bir derste yazın bütün endişesizliklerini ve güzelliklerini içinde barındıran birkaç kum tanesine denk gelmiştim saatimin içinde.
Akrep ve yelkovanın etrafında bir sağa bir sola düşüyordu bu kum taneleri ve o an beni benden almıştı bu minimize edilmiş taş parçaları.
Ben sıcak bir yaz gününde denize dalıp da balıkları yakalayacak gibi olurken de aynı saat gözüme çarpıyordu. Bugün ise soğuk ve yalnız bir kış sabahı sıkıcı bir derste o kumlar beni o denize ve o endişesizliklere geri götürmüştü.
Hayat tesadüfleri severmiş.
O kum taneleri sallandıkça ben o balıkların yanına döndüm, onlar sallandı ben iyice koptum dersten.
Zaten x ile y ile aram pek de iyi değildi o aralar.
Çok da severdim gittiğim yerlerden irili ufaklı bana orayı tekrar tekrar hatırlatacak şeyler almayı yanıma.
Yıllarımı geçirdiğim lojmanların ağaçlarından bir yaprak hatta tavşanımın ölmeden önce yaptığı son kakası ve sevgilimin kâğıt parası.
Gittiğimiz yerlerde hesabı hep yarı yarıya öderdik, o parasını bana bırakmıştı ve ‘’ ben tuvalete gidip geliyorum hayatım ‘’ demişti, ben ise onun kâğıt parasını farklı bir cebime koyup hesabı asıl paramdan ödemiştim.
Bugün ondan haber dahi alamıyorum, klasik nedenlerden ötürü ayrılmıştık ama benim hayatımdaki yeri çok önemli olduğu için ve bazı ilklerimi de onunla yaşadığım için o kâğıt parayı hala saklarım.
Bir gün Teoman’ın bir şarkısında da dile getirdiği gibi ‘’ Belki benim kâğıt param, döne dolaşa, bir şekilde senin cebine girmiştir ‘’ lafından yola çıkarak o parayı harcamayı ve bir şekilde o paranın döne dolaşa o kızın cebine girmesini umut etmiştim fakat bunun gerçekten olma ihtimalini düşününce o parayı saklamaya devam etmiştim.
O kum taneleri bilinçsizce girmişlerdi saatimin içine.
Çocukken taşları kumların altına gömüp, deniz kabuklarını da üstüne koyarak mezar taşı yaptığımı hatırlatmıştı bana.
Forrest Gump durmadan koşarak arkada bıraktıklarını daha da geride bırakmaya çalışıyormuş ya ben de bunun tam tersine beni hep eskilere götürecek bir şeyler ararım yaşantımda.
Bundan olsa gerek koşmayı da hiç sevmem. Hele ki bir yol dahi kat edemediğimiz koşu bantlarında.
Bir insan kendi geçmişini değiştiremez fakat kendine yeni bir gelecek sunabilir.
Ben hep geçmişte kalmıştım ve varlıklarıyla oynayamayacağım ve değiştiremeyeceğim olumlu olumsuz anılarımla daha da melankolik bir hal alıyordum yaşarken.
Bazıları olan biten her duyguyu iyi kestirebildiğim için bugünleri iyi görebildiğimi söylese de ben hep dünde kaldığım için bugünleri yaşayamamıştım.
Ve sanki o kum taneleri de bana bunu kanıtlamaya çalışıyordu.
Mazide yaşananlara gerçekten doyabilseydin, o günleri böylesine özler miydin? Diyorlardı bana alaycı gülümsemeleriyle.
O küçük yapıtların böylesine büyük ve anlamlı soru sorabilmelerinden sonra öylece kalmıştım, ardından tahtada gene f(x)’i bulmam gerekmişti ve tahtada saate bakmak amacıyla o minimize edilmiş taş parçalarına baktığım an gerçekten garip bir an olmuştu.

Gözlük Güzeline

Martılara simit atma sen!
Sana rağmen senin attığın lokmaları bile yerler belki ama sadece mecbur oldukları için yaparlar bunu.
Sahte dünyaların yalan aşklarını yaşarken hep bir karaktere bürünmüş tiyatro oyuncusuydun sen.
Bak, bir saatlik makyajın nasıl da yakıştı.
O boyalı surat yeter sana yer edinebilmen için.
Ama yok!
Sorsalar geni seni seçer, gene parmaklarımla seni gösterirdim.
Sendin tasasız, sendin huzurlu.
Belki parandan, belki de içinde bulunduğun tiyatrondan bu denli zevk aldığın için bu kadar tasasızdın fakat martılara simit atma sen.
Bırak da zaten tek kahvaltısı simit ve çay olan birisi paylaşsın, o çok değer verdiği simidinin sonunu.
Çünkü martılara biraz attıktan sonra kalanları denize atmaz o adam, sonunu paylaştığı simidinin.

8 Ocak 2009 Perşembe

Bir Aşıktan Bir Platoniğe

‘’ Seni seviyorum de lan! ‘’
Ben de Haluk Bilginer gibi son kozumu mumlu bir masada mı kullanmalıydım yoksa beklemeye ve rastlantılardan kaçmaya devam mı etmeliydim bilmiyordum fakat onun hayallerine sarılıp uyuduğum gecelerin ertesi sabahlarında bambaşka bir insan oluyordum ve bu başkalaşımlar onu ne denli sevdiğimi bana tekrar tekrar gösteriyordu.

... O kızı bugün de yıllar sonra da kimse benim kadar sevmeyecekti ve böylesine öpmek istemeyecekti belki de.
Bir insan en çok sevdiğinin yanında mı olmalıydı yoksa kendisini en çok sevenin yanında mı hayatına devam etmeliydi?
Onunla dolaşsak dünyanın en güzel sokaklarını, ben kulağına şarkılar mırıldanırken saçlarını korkmadan okşayabilsem ve boynuna sarıldığımda bedeninin bütün kokusunu içime çekebilsem hatta bir ara da bana bütün bir gününün nasıl geçtiğini ayrıntılarıyla anlatsa...
İlk öpücüğümü de son öpücüğümü de onun dudaklarında yaşasam!
Her zaman sadece ona yazılar yazmam gerekse…
Onunla olabileceğim değil de onsuz olamayacağım bir platonikti o kız.

... Bütün melankolimle dağ bayır koşup onu ne kadar çok sevdiğimi haykırmıştım fakat ne rahatlayabilmiştim ne de bir yere varabilmiştim çünkü bu haykırışları onun suratına suratına yapmalıydım.
Aşkı küçümsemeyin.
Ve dikkat edin, bazıları da utana sıkıla sizin saçlarınızı parmak uçlarıyla hissetme peşinde olabilir.
Narsist bir insan değilseniz her zaman en çok sevdiğinizin yanında bulunun. Gizli gizli de olsa saçlarını okşayın. Uzaktan sevmenin aşkı-mucizesini yaşayın.
Birine ne çok bağlanın ne de her çiçekten bal almanın peşine düşün.
Yoksa birinde pervasız sevdiceğin gizli gizli saçlarını okşarken bulursunuz kendinizi, hatta ona hiç vermeyeceğiniz ama hepsi onun adına ve aşkına olan şiirler yazarsınız ve pasif bir âşık olarak kalır mutsuz ve yalnız ölürsünüz.
Birinde ise o kadar çiçeğe konarsınız ki artık benim o çok kıymet verdiğim öpüşmeleriniz bile anlamsızlaşır. Her sabah kolunuza, göbeğinize yazılmış telefon numaralarıyla uyanırsınız ve bu olay örgüsü bir süre size zevk verip egonuzu tatmin etse de aşkı küçümsemenize ve onu hor kullanmanıza neden olduğu için sizi sadece aşktan da değil yaşamaktan da soğutur.
Benim sevdiğimin bende takıntı olduğunu aslında onun tam olarak hayallerimdeki tiyatroyu oynayan karakter olmadığını fark ettiğimde anlamıştım.
Ulaşamıyordum, haliyle kafaya çok takıyor ve yok yere ona olan sevgimi içten içe besleyip de büyütüyordum.
Ulaşılmazlık, kaprisler ve hatta ayrılıklar mı bizi daha çok aşık kılıyordu yoksa?
Evet…