30 Ekim 2008 Perşembe

Tanrı İçimizde


Bazı rivayetlere göre insanoğlunun ilk ortaya çıkışından bugüne 60 milyar kadar insan yaşamış ve ölmüş.
Kıyamet günü Persliler'den, Osmanlı'dan ve uzay çağından insanların olacağı bir ortamı aklınız alıyor mu?
İncil, Kuran ve Tevrat gibi birçok kitap ve Dünya üzerinde onlarca din varken, en doğrusunu bulup yaşantımızı ona göre şekillendirebilmemiz istenmiş bizden.
Herkesin tanrısı başka.
Ben yapılan kötülükler sonucunda tanrının insanları cezalandırmak amacıyla kaynar kazanlara atacağına inanmıyorum.
Kafamdaki tanrı profili böylesine acımasız değil.
Üzerinde yüzlerce kitabın yazıldığı, filozofların kafa patlattığı tanrı kavramı konusunda hala net bir sonuç yok.
Ben bu konuda hep, yüzyıllar önce hem düzeni sağlamak, kötülükler yapıldığı takdirde insanların gözlerini korkutmak hem de bu düzeni sağlarken insanları manevi yönden de rahatlatmak için dört beş kafadar adamın yuvarlak bir masada bütün gece düşündükten sonra tanrı diye bir kavramı ortaya attığını düşünürdüm.
Çok imreniyorum canı gönülden tanrıya sığınarak her gün beş vakit namazını kılıp iman eden insanlara.
Tanrı yoksa onlar bir şey kaybetmeyecekler, sadece imanlarıyla kalacaklar fakat varsa ben ve benim gibi insanlar başta düşünce suçundan cezalandırılacak.
Bazen öylesine merak ediyorumki ölümün ve tanrının nasıl bir şey olduğunu, hemen kendimi öldürmek ve neler olacağını görmek istiyorum.
Sonra yaşamam gereken güzellikler aklıma geliyor ve vazgeçiyorum.
Şarkılardaki gibi '' şeytanı neden yakmadın cehennemin varsa senin ? '' diyesi geliyor insanın.
Bizler aslında iki karşı varlığın zıtlaşması ve kavgası sonucu kime daha çok gelecekler diyerek başlattıkları bir oyunun parçası mıyız?
Tanrı bizim yerimizde olsaydı yaratılan onca güzel memelere rağmen iradesine hakim olabilir miydi?
İnsan nasıl kendisi tatmin edip mutlu olabiliyorsa ona göre yaşamalı, inançlarını da ona göre seçmelidir.
Peki biz tanrının çok önceden belirleyip de yazdığı bir hayatı, bir kaderi mi yaşıyoruz yoksa yaşayacaklarımızı biz belirliyoruz da işin sonunda mı kadere dönüşüyor?
Yarın yapacağımız her şey tanrının dünden ayarladığı bir döngü mü yoksa hayatımızdaki rastlantılar onun için de mi süpriz?
Kafamızda bu kadar soru işareti çözümlenemeden dururken, yaramazlıklarımızdan dolayı yanmayı gerçekten hak ediyor muyuz?
Yoksa biz de günahlarımızdan kurtulmak için soru işaretlerinden mi medet umuyoruz?
Her şey sınama ve irade üzerine kurulduysa kendimizi yaşarken nasıl mutlu kılabiliriz?
Kaçamaklarımız ve ufak yaramazlıklarımız olmadan hayattan nasıl zevk alabiliriz?
Varlığından kesin olarak emin olmadığımız bir değere nasıl sahip çıkabilir ve tüm yaşantımızı ona göre değiştirebiliriz?
Aslında hepimiz birer tanrı, birer ilahız.
Birbirimizin tanrılarıyız.
Başka hayatlara girip çıkıyor, insanları güldürüyor ya da ağlatıyoruz.
Kimilerinin her an akıllarında olan kimilerinin de hiç umursamadığı tanrılarız.
Dua edip sığındığımız bir güç var çünkü başkaları da geceleri bizim için dua ediyor.
Başkalarının varolma sebepleri, gözyaşlarının nedenleri ve mutluluklarının bir parçasıyız.
Tanrı insanları yarattıysa tanrıyı kim yarattı?
Tanrıyı da biz yarattık.

18 Ekim 2008 Cumartesi

Doğmamış Çocuğa Mektup


Ey çocuk!

Sana doğmadan önce, yaşayacağın ve bizim yaşadığımız bazı gerçekleri açıklamam gerek.
Işıklar söndüğünde para kazanmak için fahişelerin,
Boş sokaklarında çıplak ayaklarıyla kimsesizlerin,
On binlerce evlerin içinde, bir garip hayatların yaşandığı,
Sabahları vapurların, geceleri taksilerin çalıştığı,
Gün içinde defalarca camilerden ezan seslerinin yükseldiği,
Karanlık çöktüğü vakit ışıl ışıl olan köprülerin var olduğu,
İçinde her tür yaşamı barındıran yaşlı şehir İstanbul’da doğacaksın.
Dostların olacak çok güvendiğin, bütün sırlarını bir çırpıda anlatıp, çok güleceğin.
Sevgililerin olacak bazıları iri memeli, bazıları çok zeki.
Kollarında ölmek isteyeceksin onların ve şarkılara, melodilere kulak vereceksin.
Sadece kalabalığın bir parçası olan insanlar olacak.
Otobüs duraklarında ve caddelerde onlara sık sık rastlayacaksın.
İleride evlenip hayat kuracağın kişi de şimdi o kalabalıkların bir parçası.
Doğru zaman geldiğinde onu bulacaksın.
Dost kazığı yiyecek, zaman zaman yalnız kalacak ve ağlayacaksın.
Işıklar söndüğü vakit fahişelerin umarsız kollarında olacaksın.
Sevgililerin seni terk ettiğinde melodiler anlamsızlaşacak.
İş sahibi olabilmek için matematik’te x ve y ‘ nin peşine düşmen gerekecek.
Rakiplerin ve düşmanların olacak.
Yaşadığın Dünya’da para, petrol hatta su için savaşlar yapılacak.
Masum çocukların acımasızca öldürüleceği bir Dünya.

Ey çocuk!

Sen müthiş bir orgazm sonucu, milyonlarca sperm içinden birinci gelerek cenin haline geldin ama Dünya ve İstanbul senin kadar kusursuz değil.
Ve insanlar, senin bildiğin kadar onlar değiller.
Okyanuslarda yüzmeli, kumsallarda koşmalı,
Dünya’yı karış karış dolaşmalı ve sokaklarda çıplak ayaklarınla şarkılar söyleyerek gezmelisin.
Savaşları, Tanrıları ve xy’nin değerlerini çok ciddiye alırsan, sadece var olmuş olursun.
Ben sana sadece yaşa diyorum.
Şartlar ve insanlar seni zaman zaman çok zor durumlara sokacaktır.
Böyle zamanlarda sadece bebekken sahip olduğun masumiyetini düşün ve her şeye yeniden başla.
Ama şunu da unutma ki, her şey, hiçbir zaman yeniden başlamaz...

7 Ekim 2008 Salı

Şehir Sevmez Geceleri!

Şehir geceleri ve karanlığı sevmez.
Bu yüzdendir uykularımızı gecelere saklamamız.
Güneşin de dinlenmesi bittikten sonra, başlar yeniden karanlığı aydınlatmaya.
Işığın kokusunu alan herkes bir bir uyanır.
Yattıkları yer onları farklı bireyler haline getirmez.
Terk edilmiş kuytu bir sokağın bankında da yatılsa, üstünde kuş tüyü yastıkların bulunduğu kocaman bir yatakta da yatılsa, karanlık ve sessizlik çöktüğü vakit başlar rüyalar.
Şehir geceleri ve karanlığı sevmez.
O vakit son sigaralar içilip, günün ilk sevişmeleri başlar.
Sevişmelere heyecanı ne sevgi ne de şartlar katar.
Karanlık ve sessizliktir sevişmeleri böylesine güzel ve gizemli kılan.
Bundandır insanların geceleri ya çok sevmesi ya da böylesine nefret etmesi.
Onlar, yalnız başlarına yataklarında hayalleriyle yatarken, bilirler başkalarının her gece hayallerindeki partnerle deliler gibi seviştiğini.
Onlardır gecelerin efendileri.
Başkaları karanlıkta rüyalarını görürken, onlar hayallerini yaşarlarlar.
Bundandır dualarımızı ve sitemlerimizi gecelere bırakmamız.
Şehir sevmez böyle yakarışları.
Kapatır perdelerini, uykusuna bakar.
Yıldızlar neden geceleri ortaya çıkar sanıyordunuz?
Gece, karanlık ve sessizlikle fısıldayarak yapacakları koyu bir sohbet için tabii.
Işıkları, güneşi ve sevişmeleri bir kenara bırakırsak, duyabiliriz gecelerin melodilerini.
Şehir bu yüzden sevmez geceleri.
Kıskanır yıldızların, karanlıkla yaptıkları sohbeti...